İP'İN İPİNE SARILAN ARKADAŞLARA TARİHİ BİR HATIRLATMA/1;
Bu sütunlarda MHP'den ayrılıp, İyi Parti'ye geçen arkadaşlarımı hayli ağır bir şekilde eleştiriyorum.
Haliyle gönüllerini de kırıyorum.
Şunu samimi olarak ifade edeyim ki,
Onların MHP'den ayrılıp, ayrı parti kurmaları değil benim derdim.
Asla değil.
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu, MHP'den ayrılıp, yeni parti kurdu.
Bu süreçte kendisiyle iki defa görüşmemiz oldu.
Karanının kesinlikle yanlış olduğunu söyledim.
Bu gün dahi aynı kanaatteyim.
Muhsin Yazıcıoğlu, MHP'den ayrıldı, yeni parti kurdu.
Milli çizgiden asla ayrılmadı.
MHP'de hangi çizgideyse, yeni kurduğu partide de aynı çizgide kaldı.
Onun içindir ki,
Milletin kahir ekseriyetinin gönlünde daima müstesna bir yeri oldu.
Başta Genel Başkanları Meral Akşener olmak üzere, partinin kurucu kadroları, milli bir çizgide olmadılar.
Daha partiyi kurmadan, CHP ile ittifak yaptılar.
İş, öyle bir noktaya geldi ki;
İyi Partililer, CHP'yi ve onun liderini, klasik bir CHP'liden daha fazla savunur pozisyona geçtiler.
Yetmedi,
HDP ile, dolayısı ile PKK ile aleni ittifak yaptılar.
Bu kadar büyük bir savrulmayı, aklım, hayalim kabul etmiyor.
Bendeniz,
Bundan tam 50 yıl önce, hangi davayı savunuyorsam, bu günde aynı davayı savunuyorum.
Çizgimde zerre kırılma yoktur.
Daha 16-17 yaşlarındayken,
Davam, Allah, vatan ve bayrak davasıydı.
Bugünde aynı çizgideyim.
Siyasi partiler, partilerin tabelaları değişebilir.
Birey olarak, insanların ülkü ve idealleri kolay değişemez diye düşünüyorum.
Değişiyorsa, çok büyük bir yıkım ve travma vardır.
Bende buna bir anlam veremiyorum.
Siyasi hırs ve kin, insanları bu kadar değiştirir mi?
Anlamakta çok zorlanıyorum.
Bu kadar uzun bir girizgaha niçin gerek duydum?
Bakın anlatayım;
Benim Hacettepe Üniversitesi -Beytepe Kampüsü'ndeki okul arkadaşlarım için, bundan 20 yıl önce bir gazetede bir yazı yazdım.
Orada dedim ki;
"Hz. Peygamber, bir Hadis-i Şerifinde buyuyor ki "Benim Sahabelerimi eleştirmeyin. Onlar gökyüzündeki yıldızlar gibidir"
Tabii ki,
Efendimiz Aleyhisselamın bu hadisine diyecek sözümüz olamaz.
Bu Hadis-i Şerife nazire olarak dedim ki "Benimle birlikte Beytepe'de mücadele eden arkadaşlarımda Hz. Peygamber'in Sahabeleri kadar değerlidir"
Bugün dahi aynı kanaatteyim.
Bugün dahi Hz. Peygamber'in Sahabesi pozisyonunu asla terk etmeyen arkadaşlarım var.
Ancak,
Ne yazık,
Ve ne hazindir ki,
Çok uç noktalara yelken açmış arkadaşlarımda var.
Dünkü günler gözümün önüne gelende, bugüne inanamıyorum.
Arkadaşlarımın içinde öyleleri çıktı ki,
Sözde bilimsel makale döşeniyorlar;
"İslam, Arap'ın dinidir. Bize ait değildir. Bizim gerçek dinimiz, Gök Tengri dinidir"
Şunu samimiyetle ifade edeyim ki,
Geçmişin hatırına, ben bütün arkadaşlarımı seviyorum.
Yazılarıma zehir zemberek yorum yapan eski arkadaşlarımla yaşadığımız geçmiş gözümün önüne gelince, gözlerim yaşarıyor, susuyorum.
Bu kadar savrulma niçin oldu?
Bu kadar kopuş, niçin oldu?
Bu konunun, sosyoloji laboratuarına konup, incelenmesi gerek.
İP'İN İPİNE SARILAN ARKADAŞLARA, TARİHİ BİR HATIRLATMA/2;
Ben, hayatım boyunca, Boğaziçi Üniversitesini, ODTÜ'yü ve mezunu olduğum Hacettepe Üniversitesini milli üniversiteler olarak görmedim.
Çünkü öyle değildiler.
Üniversite'ye ilk girdiğimde, gördüm ki, Sınıf arkadaşlarımın çoğunluğu,
Galatasaray Lisesi,
İstanbul Erkek Lisesi,
Robert Kolej,
Saint Benoit,
Saint Josef Lisesi mezunuydular.
Bu liseler, gayri milli saydığım üniversitelerin ana insan kaynağı idi.
Üniversite'de onlarla sanki ayrı ülkelerin vatandaşı gibiydik.
Bu arkadaşlar, Müslüman-Türk'e ait hiçbir iz taşımıyorlardı.
Bu 3 üniversitedeki akademik kadro, aynı zihniyette idi.
Prof. Dr. Melih Bulu'nun Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğüne kabul edilmeme sebebi, budur.
Şair Atilla İlhan'ın harika bir tespiti vardır.
Kendisi de Sosyalist bir aydın olan Atilla İlhan der ki;
"Türk aydını, Batı'nın manevi ajanıdır"
Atilla İlhan'ın kastettiği sözde aydınlar, bunlardır işte.
Yazının başlığında tanımladığım okul arkadaşlarıma iki tarihi olay hatırlatacağım.
Anlatacaklarımda, yanlışım, eksiğim, hatam var ise, onlar düzeltsinler lütfen.
Yıl: 1975
Üniversite'ye giremiyoruz.
Derse girenler, yakalanıp, feci şekilde dövülüyor.
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'nun en yakın arkadaşı Hasan Bölücek, feci şekilde dövüldü.
Kafatası kemikleri kırıldı.
Yine bizim Fakülteden arkadaşım Enis Işık, çok feci bir şekilde dövüldü, öldü diye bırakıldı.
O Enis arkadaşım ki,
Milli Halterciydi.
Daha nice nice isimler var böyle sayacağım.
Solcu ve Komünistler, Hacettepe'yi 2. ODTÜ yapmak istiyordu.
Hocalarda bunlara açık destek veriyordu.
Bakın nasıl destek veriyorlardı bir anlatayım.
Sınıflara giremiyoruz.
Çoğu bölümde ya bir kişiyiz, ya da iki kişi.
Can güvenliği yok.
Bir sabah, ünlü Site Öğrenci Yurdundan topluca Beytepe Kampüsüne gittik.
Üniversite Kantinini işgal ettik.
Amacımız, Kampüsteki Jandarma Birliğinin, can güvenliğimizi sağlayarak, derslere girmemizi temin etmeleri.
20 bin mevcutlu Üniversitede, 80-100 kişiyiz.
Bizim Üniversite Kantinini işgal ettiğimizi öğrenen sol gruplar, Yıldız Anfi önünde toplandılar.
Yaklaşık 5 bin kişi.
Çok büyük olaylar çıkacağı aşikar.
80-100 kişi, ölümü göze alarak gittik Beytepe'ye.
Öldürüleceğimizi biliyoruz.
Beytepe'deki Jandarma Birliğinin Komutanı Yüzbaşı, yanımıza geldi.
Bize aynen şunları söyledi;
"Size asker sözü veriyorum.
Hepinizin can güvenliğini temin edeceğim.
Bana isimlerinizi, Fakülte ve Bölüm isimlerinizi verin.
Sınıfta tek kişi dahi olsanız, sizi koruyacağım"
Bizlere birer tanede dosya kağıdı dağıttı.
Aramızda kısa bir istişare yaptık.
Sanıyorum başımızda da İyi Parti İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu'nun amcası Burhan Kavuncu vardı.
Jandarma Yüzbaşısı, ayrıca şöyle bir talepte bulundu;
"Şu anda burada bulunmayan arkadaşlarınızın ismini de yazabilirsiniz"
Düşünün,
Bir Türk Subayı "Asker sözü" veriyor.
Canımızı koruyacağına dair.
Tek tek isimlerimizi yazdık.
Karşısına da imzamızı atarak.
Hatta o gün orada bulunmayan arkadaşlarımızın da adlarını yazdık.
Sonra ne oldu dersiniz?
Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Gürol Ataman'ın başkanlığında Üniversite Senatosu toplandı ve şu kararı aldı;
"Adı geçen öğrenciler, Üniversitemizin huzur ve sükununu bozdukları için, 6 ay Üniversite'den uzaklaştırılmalarına"
Okulu işgal edenler, Marksist-Leninist-Maoist bölücü vatan hainleri.
Onları koruyanlar, CHP zihniyetindeki hocalar.
Onlarla işbirliği yapan subayların tamamı CHP zihniyetindeki dürzüler.
Okula giremeyen, girdiği an, öldüresiye dayan yiyen bizler suçluyuz ve 6 ay uzaklaştırma aldık.
İP'e sarılan, CHP ve PKK ile şimdi ittifak yapan arkadaşlarım.
Çoğunuz benimle birlikte bu cezayı aldınız.
Hatırladınız mı o günleri?
Şimdi gebermiş olan Gürol Ataman denilen o dürzüyü hatırladınız mı?
Hatırlatmaya devam ediyorum;
Okula gidemiyoruz ya,
Bir gün, bir grup arkadaş, Merkez Kampüsünde Rektörümüz olan Prof. Dr. Doğan Karan'ı ziyarete gittik.
Bizler Üniversite'ye girdiğimizde, Rektörümüz Pro. Dr. İhsan Doğramacıydı.
Onun yerine Doğan Karan gelmişti.
Kendisini ziyarete gittiğimizde, resmen bizimle dalga geçti.
Aşağı yukarı bize şunları söyledi;
"Ankara Üniversitesi'nin Hukuk ve Siyasal hariç, diğer Fakülteleri, sizin arkadaşlarınızın kontrolünde. Eğitim Enstitüleri de sizin arkadaşların kontrolünde. Bırakında burada devrimciler hakim olsun.
Sayınız o kadar az ki, sizi korumamız mümkün değil.
Benim Marmaris'te bir yatım var. Size onu vereyim, Ege ve Akdeniz'de tatil yapın, balık tutun"
O yat hikayesi, arkadaşkarımız arasında hala konuşulur.
Bir Üniversite Rektörü'nün yaptığı teklife bakın.
Can güvenliğini sağlayamadığı öğrencilerine, balık tutmayı teklif ediyor.
Birde üstelik, gardımızı düşürmek için, 6 ay uzaklaştırma cezası veriyor.
Bu tekne turu, balık tutma teklifi gelince, ben delirdim.
Hoca'ya aynen şunları söyledim;
"Bizim bu Üniversite'de can güvenliğimiz yoksa, senin de can güvenliğin yoktur. Buradan eve gidemezsin. Evden Üniversite'ye gelemezsin. Bizi okula sokmayan hiçbir Komünist'in de can güvenliği yoktur".
Rektör Prof. Dr. Doğan Karan'a kelime kelime bunları söyledim.
Hoca "Beni tehdit mi ediyorsun?" dedi.
Bende "Tehdit ne kelime. Yarın sabahtan itibaren, operasyon başlıyor" dedim.
Oradan çıktık ve Site Yurdu'na geldik.
Arkadaşlara bir teklifim oldu.
Dedim ki;
"Madem biz okula gidemiyoruz. Onlarda gidemeyecek. Ankara'nın değişik semtlerinden Beytepe Kampüsüne Servis Otobüsleri kalkıyor. Öğrenciler, sadece Servis Otobüsleri ile okula gidebiliyor. 10'ar kişilik timlerle bu servis duraklarını basalım,
Otobüsler, Kampüs'e boş gitsin"
Teklifim kabul gördü.
Bütün durakları 10'ar kişilik Tim ile abluka altına aldık.
Herkesi otobüslerden indirdik.
Direnenleri de elbette ki güzel dövdük.
Teklif benden geldiği için, Hacettepe Üniversitesi Merkez Kampüsü'nün olduğu otobüs durağını ben bastım.
Orası çok tehlikeliydi.
Çünkü solcuların ana karargahı, Üniversite Yurdu, oradaydı.
Başta geçenlerde vefat eden Ethem Kıskıs olmak üzere, gözü pek 10 arkadaşımı yanıma almıştım.
Ölümü göze alan adamdan Azrail bile korkar.
O gün, Beytepe Kampüsüne kimse gidemedi.
Durumun vehametini anlayan Rektörlük, politikasını değiştirdi.
O günden itibaren, sınıflarda süngüsü takılmış jandarma ile beraber eğitime devam edebildik.
O yılları hatırlayan arkadaşlar, durakları basma işinin benim fikrim olduğunu çok iyi bilir.
Kıymetli İP'li arkadaşlarım,
Özellikle Beytepeli kardeşlerim!
O günleri hatırladınız mı?
Dünkü düşmanın, bugün müttefikin nasıl oluyor?
Bize o eziyetleri, o çileleri çektirenlerle nasıl müttefik olabiliyorsun?
Vicdanın acımıyor mu?
O aldığımız toplu 6 aylık cezadan sonra, Fikri Sağlar ve hempalarına saldırdım diye, ayrıca 8 ay daha ceza aldım.
Bütün hayatımı ve istikbalimi karartan, haksız yere aldığım o cezalardır.
Kinim, hala içimdedir.
Sizler bu hale nasıl geldiniz?
Bir anlatın da, ikna olayım
,